‘AHMEDİNECAD’IN İRAN’I’: NASIL BİR DIŞ POLİTİKA?·

‘AHMEDİNECAD’IN İRAN’I’: NASIL BİR DIŞ POLİTİKA?·
Bayram SİNKAYA·

            İran hep siyasi gözlemcileri şaşırtagelmiştir. 1979 Devrimi ile İran üzerine gözlem yapanları şaşırtan, 1997’de Muhammed Hatemi’yi beklenmedik şekilde iktidara taşıyan İran, uluslararası gözlemcileri bir kere daha şaşırtarak Haziran 2005 Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle Mahmud Ahmedinecad’ı cumhurbaşkanlığına taşıdı. Kimdir bu Ahmedinecad ve onun cumhurbaşkanlığına gelmesi İran’ın iç ve dış politikalarını nasıl etkileyecektir? İran’ın jeopolitik ve jeostratejik konumu itibariyle sahip olduğu önem dikkate alındığında bu sorulara verilecek cevapların ehemmiyeti  daha çok artmaktadır.
            Ahmedinecad’ın siyaset sahnesine girişi üniversite yıllarında, Devrim’den önce, siyasi ve dini topluluklara katılmak suretiyle başlamıştır ve Devrim’den sonra değişik devrimci örgütlerde aldığı görevlerle devam etmiştir.  İran-Irak Savaşı’nın başlaması üzerine Devrim Muhafızları’na katılan Ahmedinecad, savaşın sona ermesinin ardından bazı illerde vali yardımcılığı ve valilik görevlerinde bulunmuştur. Ahmedinecad’ın aktif siyaset sahnesine girmesi 2003 yılı Mart ayında yapılan yerel seçimlerin sonucunda Tahran Belediye Başkanlığı’na getirilmesi ile olmuştur.
            Belediye Başkanlığı döneminde Ahmedinecad oldukça halkçı bir profil sergiledi. Bu dönemde kayda değer herhangi bir başarısının görünmemesine rağmen Ahmedinecad, yolsuzluklara bulaştığı gerekçesiyle görevden el çektirilen reformcu ağırlıklı önceki Şehir Meclisi’nin ardından sosyal adalet iddiası, halkçı söylemi ve populist uygulamaları ile öne çıkmıştır.
            Halkçılık söylemi Ahmedinecad’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de en büyük kozu oldu. Destekçileri onu şöyle tanıtıyordu: “halkın içinden bir adam” (merd ez cinsi merdom). Seçim sürecinde Ahmedinecad’ın en çok vurguladığı diğer husular ise “adalet devleti”, “yolsuzluklarla mücadele”, “yetmiş milyonun kabilesi” vs. idi.
            Üç muhafazakar, üç reformcu ve bir pragmatist adayın yarıştığı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde güçlü pragmatist aday Rafsancani’nin karşısına ikinci turda yarışmak üzere çıkarak ulusal ve uluslararası gözlemcileri şaşırtan Ahmedinecad, ikinci turun sonunda kullanılan oyların yaklaşık yüzde altmışbirini (onyedi milyonu aşkın) alarak Devrim’den sonra İran’ın altıncı ve yirmidört yıl aradan sonra (Ebu’l Hasan Beni Sadr ve Muhammed Recai’den sonra) ilk sivil (din adamı olmayan anlamında) cumhurbaşkanı oldu. Ahmedinecad’ın zaferinin gözlemcileri şaşırtmasının nedeni siyasi olarak fazla bilinmediği halde böyle bir başarı sergilemesiydi. Şüphesiz onun siyasi tanınmamışlığı siyaseten yıpranmamış olmasını da beraberinde getirmiş ve özellikle ikinci turdaki rakibi, ailesiyle birlikte adı büyük yolsuzluk olaylarına karışan Rafsancani’ye karşı büyük bir avantaj sağlamıştır. Peki Ahmedinecad’ın başarısının ardındaki diğer nedenler nelerdir?
            Ahmedinecad’ın populist  tutumu muhakkak önemli bir rol oynamış, onun seçim başarısına katkıda bulunmuştur. Bu başarının ardındaki önemli etkenlerden birisi de geçen süre zarfında reformcuların iktidarda görece başarısız kalmaları ve özellikle ekonomik alanda iyileşmeler sağlayamamış olmasıdır. Ahmedinejad’ın başarısının ardındaki en büyük nedenlerden birisi de –belki de en önemlisi-- siyasi konjonktürdür. Yakın zamanda, reformcuların zayıfladığı bir dönemde, İran’da temelde eski Devrim muhafızlarından oluşan ve Besic (gönüllü devrimci para-militer güçler) tarafından desteklenen Ahmedinecad’ın da dahil olduğu yeni-muhafazakar bir hareket ortaya çıkmıştır. Siyasi anlamda oldukça radikal olan yeni-muhafazakarlar Humeyni’nin ölümünden sonra gelen Rafsancani’nin teknokrat hükümeti ve Hatemi’nin reformcu yönetimiyle İslam devriminin ciddi yaralar aldığını, bu nedenle devrimci kimliğe dönülmesi gerektiğini savunmaktadır. Günlük hayatta İslami kuralların sıkı bir şekilde uygulanması taraftarı olmakla birlikte ekonomi alanında “milli çıkarlara” öncelik vererek pragmatik bir duruş sergilemektedir. Buna rağmen devletin hayati rol oynadığı “kendine yeterli ekonomi modelini” ısrarla savunmaktadır. Yeni-Muhafazakarlar halkçıdır; milli gelirin eşit paylaşımını ve devlet sübvansiyonlarının artırılmasını istemektedir. Aynı zamanda camileri kontrol eden Yeni-muhafazakarlar bu sayede kendilerine popüler bir destek sağladıkları gibi halkla sürekli iletişim halindedir.
            Yeni-muhafazakarların siyaset sahnesine girişlerinde en temel etkenlerden birisi İran ekonomisinin yıllardır fazla iyileşme kaydedilememiş olması ise diğeri İran’ın etrafındaki güvenlik tehditlerinin büyümesidir. Afganistan,  Irak ve Basra Körfezi’nde artan Amerikan askeri varlığı, İran’ın etrafındaki diğer komşu ülkelerin (Türkiye, Azerbaycan, Pakistan gibi) ABD ile stratejik işbirliği içinde oluşları İran yönetimini ve devletçi/İslamcı grupları ciddi bir güvenlik sendromuna itmiştir. İran’ın terörist örgütleri desteklediği ve nükleer programının esas amacının nükleer silahlar elde etmek olduğu iddialarıyla, özellikle 11 Eylül sonrası İran üzerinde artan uluslararası baskı sonucunda İran’da rejime yakın güçler devreye girerek “İslam Cumhuriyetine sahip çıkma” gayreti içine girmiştir. Bu şekilde siyaset arenasına giren yeni-muhafazakarlar önce Mart 2003 yerel seçimlerinde, ardından Şubat 2004 Meclis seçimlerinde kayda değer başarı sergileyerek bu yükselişlerini Ahmedinecad’ı cumhurbaşkanlığına taşıyarak taçlandırmışlardır. Peki böyle bir konjonktürde Cumhurbaşkanı Ahmedinecad nasıl bir dış politika izleyecektir?
            Hem uluslararası basında, hem de muhalifleri arasında Ahmedinecad’a ilişkin olarak kullanılan en önemli niteleme onun radikal olduğudur. Ancak onun bu nitelemeye cevabı şöyledir: “Bize radikal diyorlar. Eğer halkın hakları konusunda ısrar etmek radikalizm ise biz bununla iftihar ederiz. Eğer halkın haklarını zayıflatmak orta yol ve ılımlılık ise biz bundan uzağız.” Son derece populist ve milliyetçi (Ahmedinecad’ın içderide populist/halkçı söylemi dış ilişkiler sözkonusu olduğunda yerini milliyetçi söyleme bırakmaktadır.) söylemlere sahip Ahmedinecad’a göre uluslararası ilişkilerde ve dış politikada başarı “İslam Devrimi’nin esaslarına bağlılığa” dayalıdır. İslam Devrimi’nin dış politikaya ilişkin esasları ise şöyle özetlenebilir: “tam bağımsızlık” ve “devrim ihracı.” Devrim ihracı meselesi elbette 1980’lerdeki -- devrimden hemen sonraki-- anlamıyla bir sorun çıkarmayacaktır, ancak, Ahmedinecad yönetimindeki İran “Müslümanların meseleleri” üzerinde, “İslamcılığın uluslararası meslelerinde” daha hassas davranacaktır. Ahmedinecad’ın 26 Ekim’de “siyonist işgal rejiminin [İsrail] yeryüzünden silinmesi gerekir” sözü ve devamında çıkan kriz bu bağlamda değerlendirilebilir. Devrim merkezli dış politikanın “tam bağımsızlık” ekseni de yine İran ile dış dünya arasında sorun çıkarmaya aday görünmektedir.  Zira, milliyetçi bir söylem eşliğinde “tam bağımsız” dış politika yaklaşımı “müzakere etmeyi” zorlaştırmaktadır. İran’ın nükleer politikasının ciddi bir soruna dönüşmesi de bu bağlamda değerlendirilmelidir.
            Ahmedinecad yönetiminin dış politikada öne çıkan bir söylemi de “adalet”dir. Ona göre “uluslararası ilişkilerde egemen adalet olmalıdır.” Adaleti öne çıkarıyor, çünkü uluslararası arenada savaş, tecavüz ve haksızlık gibi görünen ne varsa adaletsizliğin sonucudur. ... Adalet kalıcı barışın güvencesidir ve adaletle milletlerin, mağdurların, mustazafların ve mazlumların hakkı iade edilir.” Adaleti öne çıkarıyor, çünkü Ahmedinecad’a göre uluslararası sistem adaletsizlik üzerine kurulmuştur ve İran’a haksızlık yapılmaktadır. Ahmedinecad yönetimi bu adaletsizliğe direnmeye kararlıdır, bu yüzden Ahmedinecad BM’deki konuşmasında şöyle demiştir: “Mazlum Filistin halkına karşı dayattıkları bela ve oyunları İran milletine karşı da dayatmak ister ve sözde zaman kazanmaya çalışırlarsa, İran İslam Cumhuriyeti’nin de politikaları değişecektir.” Bunun ardında adaletsizliğe “isyan” ve karalılığın yanı sıra kendine aşırı güven yatmaktadır. Nitekim Ahmeinecad’ın seçim bildirgelerinde  dış politika bölümünde şöyle bir ifade vardır: “Herhangi bir ülke hangi askeri gücü inisiyatifinde bulundurursa bulundursun, İran’a saldırma ve işgal etme potansiyelinden yoksundur. Bölge şartlarının da gösterdiği gibi, herhangi bir ülke İran’a saldırırsa, intihar etmiş sayılır. Bazı devletler İran’ı saldırıyla tehdit ediyorlar. Fakat bunlar İran’ı barışçı nükleer programdan vazgeçirmek için yapılan korkutma teşebbüsleridir. Bu yüzden İran milleti korkup, zorbalıklara boyun eğmemelidir.” Ahmedinecad’ın şu ifadeleri onun nasıl bir dış politika yaklaşımına sahip olduğunu göstermektedir:
Dış ilişkilerdeki pasiflik  ve hareketsizlikten kurtulup, uluslararası ilişkileri aktif bir şekilde etkileyip, geliştirmeliyiz.  İran’ın dış politikası, gerginliği giderme, karşılıklı güven ve saygıyı zirveye ulaştırma, İran milletinin menfaatlerini koruyup kollama temeline dayanıyor. İran’ın dış politikasının asıl rotası yeni emperyalizm ve ilgili politikalarıyla  mücadele etmek, uluslararası ilişkiler alanında bölgesel politikaları tercih edip, İslam dünyası, Fars Körfezi bölgesi, Hazar Orta Asya ve Kafkasya bölgeleriyle Pasifik bölgesi, Birleşik Avrupa ve Doğu Asya’yla Afrika kıtası ülkelerle ilişkileri ve işbirliğini geliştirmektir.

            Sonuç olarak, İran’da bugün “yine” devrimci söylem ve yaklaşımlara sahip, Ahmedinecad liderliğinde yeni-muhafazakar bir iktidar vardır ve bu iktidarın dış politika söylem ve yaklaşımları uluslararası ilişkilerde sorun çözücü olmaktan ziyade sorun çıkarmaya aday görünmektedir. Ancak çıkabilecek dış politika krizlerinin ne kadar derinleşeceğini devlet tecrübesine sahip İran bürokrasisi ve İran’ın “siyasi aklı” ve iç ve dış siyasi konjonktür belirleyecektir. Bir kere İran’da, Cumhurbaşkanı her ne kadar dış politikanın yürütücüsü olsa da tek karar vericisi değildir. İkincisi Ahmedinecad Humeyni’nin karizmasına sahip değildir; bu yüzden devrimden sonraki dönemdeki gibi hareket edemez. Son olarak dünya artık 1980’lerdeki gibi çift kutuplu değil, tek hegemonun olduğu bir dünyadır. Bütün bu nedenlerden dolayı Ahmedinecad yönetimi İran dış politikasında krizlere yol açmaya aday olsa da bu krizler devamlı ve derin olmayacaktır. Ahmedinecad’ın da ısrarla vurguladığı “milli menfaatler” nasıl Humeyni’nin İran’ını İsrail ve ABD ile gizli silah ticaretine zorlamışsa Ahmedinecad’ın İran’ını da pragmatik bir çizgi izlemek zorunda bırakacaktır.



· Bu makale SODEV tarafından yayınlanan Birlikte dergisinin 5&6. Sayısında (Eylül-Aralık 2005) yayınlanmıştır.
· ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi

Comments

Popular posts from this blog

Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası ve Batı Etkisi

ORTADOĞU’DA BÖLGESEL BİR GÜÇ OLARAK İRAN

İRAN-P5+1 MÜZAKERELERİ: TEMKİNLİ VE İYİMSER