İran - D5+1 Cenevre Anlaşmasının Arkaplanı ve Sonuçları

İran - D5+1 Cenevre Anlaşmasının Arkaplanı ve Sonuçları 


Uluslararası toplumu on yıldan fazla bir süreden beri meşgul eden İran'ın nükleer programının niteliği etrafındaki tartışmalar, ABD'de Barak Obama'nın Başkanlığa gelmesiyle yeni bir boyut kazanmıştı. Obama ile birlikte İran'a yönelik askeri tehditler yerini diplomatik çözüm çağrılarına bırakmıştı. Diplomatik girişimler Mayıs 2010'da Türkiye ve Brezilya'nın arabuluculuğunda yapılan takas anlaşması ile ilk meyvesini verecekti ki hem İran içinde takas anlaşmasına karşı tepki yükselmiş, hem de ABD anlaşmasının yetersiz olduğunu ileri sürerek reddetmişti.
2010 yılından sonra İran'ın nükleer programıyla ilgili iki önemli gelişme oldu. Bunlardan birincisi İran'ın uranyumu yüzde 20 oranından zenginleştirmeyi ve bu uranyumu yakıt çubuğuna dönüştürmeyi başarmıştır. Bu sayede İran "fuel cycle" teknolojisini elde ederek nükleer programında hedeflediği, kendi kendine yetebilecek kapasiteye ulaşmıştır.  Bu gelişme İran'ın hem pazarlık gücünü artırmış hem de nükleer programını müzakereye daha açık hale getirmiştir. İkinci gelişme ise nükleer programı nedeniyle İran üzerindeki yaptırımlar bir hayli ağırlaşmasıdır. Giderek ağırlaşan yaptırımlar rejimi ve nükleer programlarla ilgili kişi ve kurumları aşarak doğrudan İran halkını etkilemeye başlamıştır. İran'ın çoğunluğu petrol ihracatından elde edilmiş olan yaklaşık 100 milyar doları yaptırımlar nedeniyle İran'a transfer edilmezken İran'da para birimi üç kattan fazla değer kaybetmiş, enflasyon yükselmiştir. Bu nedenle nükleer mesele ve yaptırımlar Haziran ayında İran'da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini doğrudan etkilemiştir. İran'ın nükleer dosyasına hâkim bir kişi olan ve 2003-2005 yılları arasında AB-3 ile yürütülen müzakerelerde İran'ı temsil etmiş olan Hasan Ruhani'nin Cumhurbaşkanı seçilmesi, nükleer meseleye diplomatik çözüm bulunması yönündeki umutları artırmıştır.
İran dış politikasını "itidal" üzerine inşa etmeyi hedefleyen Ruhani'nin nerdeyse bütün siyasi stratejisi İran'ın nükleer programının diplomatik yollardan çözümü üzerine bina edilmişti. Ruhani, nükleer meselede İran'ın ulusal haklarına zara vermeyecek şekilde daha şeffaf olunabileceğini savunmuş, bu sayede İran üzerindeki yaptırımların hafifletilebileceğini ve İran'ın ekonomik ve siyasi olarak rahatlayacağını savunuyordu. Eski Cumhurbaşkanı Ahmedinecad'ın savunuculuğunu yaptığı "direniş" söyleminin kısmen başarısız olması, seçimlerde direniş çizgisini savunan Said Celili'nin hezimete uğraması, Ruhani'nin diplomatik açılım politikasının önündeki muhtemel muhalefeti bir hayli zayıflattı. İran siyasi yelpazesinde "merkez"de bir figür olması ve Rehber Ali Hamanei ile aralarındaki iyi ilişkiler Ruhani'nin İran'ın dış politikasını kontrolüne almasını kolaylaştırdı. Bu çerçevede önce nükleer müzakereler dosyası Milli Güvenlik Konseyi'nden alınarak Dışişleri Bakanlığı'na verildi. Batılı diplomatik çevrelerde tanınan ve saygın diplomat M. Javad Zarif'in Dışişleri Bakanlığı'na getirilmesi de müzakere seçeneğini güçlendiren bir başka faktör oldu.
Müzakere seçeneğinin güçlenmesinde en büyük pay sahibi, Obama'nın Ruhani'ye karşı pozitif tutum almış olmasıdır. Böylece yıllardan beri ilk defa İran ve ABD kanadında diplomasiye olumlu bakış açısından senkronizasyon sağlanmıştır. Diğer yandan Cenevre'de tarafların temsil düzeyleri yükselmiş, önceden AB Dıs İlişkiler Yüksek Temsilcisi Catherine Ahston tarafından temsil edilen D5+1 (BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi temsilcisi ve Almanya) Dışişleri Bakanları Cenevre müzakerelerinde hazır bulunmuştur. Sinerjisini büyük ölçüde İran ve ABD hükümetlerinin yakınlaşmasından alan Cenevre müzakereleri üçüncü turda müspet bir neticeye ulaşmıştır.
24 Kasım'da İran ile D5+1 arasında varılan anlaşma iki açıdan bir ilk niteliği taşımaktadır. İlk defa İran ve ABD Dışişleri Bakanları aynı masada oturarak bir sorunu müzakere etmiş, anlaşmanın sonunda objektiflere birlikte poz vermiştir. Nitekim anlaşmanın sağlanmasında iki taraf arasında sağlanan yakınlaşma belirleyici olmuştur. Bu nedenle, Cenevre Anlaşması İran-ABD ilişkileri açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur. İkincisi, Cenevre Anlaşması, İran'ın nükleer programı üzerinde ilgili taraflar arasında onyıldır yapılan ilk anlaşma olmuştur. Mayıs 2010'da İran'ın imzaladığı Tahran Bildirisi bir anlaşma niteliğine kavuşamamıştır.
Cenevre Anlaşması İran’ın nükleer faaliyetlerinin kısmen yavaşlatılması ve daha kapsamlı bir şekilde uluslararası denetime açılması karşılığında İran’a uygulanan yaptırımların hafifletilmesini öngörmüştür. Bu çerçevede İran yüzde 5 oranından uranyum zenginleştirmeye devam edecek, fakat toplam zenginleştirilmiş uranyum stokunu 7 tonun üzerine çıkarmayacaktır. İran yüzde 20 civarında zenginleştirdiği uranyumu okside ederek etkisizleştirecek, nükleer tesislerine yeni santrifüjler yerleştirmeyecek, Fordo tesisini denetime açacak, Arak'taki Ağır Su Reaktörünün inşasını askıya alacaktır. İran nükleer tesislerini IAEA yetkililerinin yanısıra anlaşma kapsamında kurulan bir komisyonun denetimine açacaktır. Buna karşılık İran hakkında yeni yaptırım kararı çıkarılmayacak, sivil havacılık, sağlık ve para transferi alanındaki yaptırımlar kısmen yumuşatılarak İran'a yaklaşık 8 milyar dolarlık bir para girişi sağlanacaktır.
İran ile ABD arasındaki yumuşamaya ve taraflar arasında varılan mutabakata karşın Cenevre Anlaşması nükleer meseleyi tam olarak çözüme kavuşturmamıştır. Her şeyden önce yapılan anlaşma geçici bir anlaşmadır. Anlaşmanın uygulanması için altı aylık bir süre öngörülmüş, bu süre zarfında kalıcı bir çözüm bulunması için müzakerelerin sürdürülmesi konusunda mutabakata varılmıştır. Diğer bir ifadeyle bu anlaşma İran'ın nükleer programı hususunda nihai bir anlaşmaya varılabilmesi için güven artıcı bir tedbir olarak görülebilir. Böylece başından beri özü itibariyle "bir niyet okuma"dan kaynaklanan ve "güvensizlik"ten beslenen İran nükleer programı hususunda Batılıların kaygıları giderilebilir. Ayrıca, anlaşma İran'ın uluslararası siyasete sorumlu bir aktör olarak kabul edilmesinin önünü açacaktır. Fakat anlaşmanın uygulanmasında karşılaşılması muhtemel (yapılacak denetimlerin kapsamı ve niteliği gibi) sorunlar, anlaşmanın kimi maddelerine ilişkin muhtemel yorum farkları kalıcı bir çözüme varılmasını zorlaştırabilir. Mesela, İranlı yetkililer anlaşmanın dolaylı olarak İran'ın uranyum zenginleştirme hakkını tanıdığını ileri sürmektedir ki bu husus D5+1'in yıllardır engellemeye çalıştığı bir husustur ve BM Güvenlik Konseyi konuyla ilgili hemen hemen bütün karalarında İran'ın uranyum zenginleştirme programını durdurmasını istemiştir. Diğer yandan anlaşma İran'ın nükleer programını geriletecek hiç bir husus içermediği halde yaptırımların hafifletilmesini öngördüğü gerekçesiyle kimi çevreler tarafından şiddetle eleştirilmektedir. Anlaşmanın yarattığı ilk heyecanın yatışmasının ardından İran'da bazı çevrelerin de anlaşmaya eleştiriler getirmesi beklenebilir.
Altı aylık anlaşma başarı ile uygulandığı takdirde nihai çözümü kolaylaştıracaktır, fakat geçici anlaşmanın uygulanmasında karşılaşılması muhtemel problemler nihai çözümü zorlaştıracaktır. Bununla beraber bütün siyasi hesaplarını nükleer meselenin haline ve yaptırımların bertaraf edilmesi üzerine kurmuş olan Ruhani yönetimi elindeki en büyük kozu henüz kullanmamıştır. Bu koz İran'ın 2004'te imzaladığı NPT Ek Protokolleridir. İran bu protokollerin onaylanması hususunu müzakerelerin son aşamasına dek elinde bir koz olarak tutacaktır.
25 Kasim 2013
http://www.dunyabulteni.net/haberler/281278/iran-d5-1-cenevre-anlasmasinin-arkaplani-ve-sonuclari-bayram-sinkaya

Popular posts from this blog

Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası ve Batı Etkisi

ORTADOĞU’DA BÖLGESEL BİR GÜÇ OLARAK İRAN

İRAN-P5+1 MÜZAKERELERİ: TEMKİNLİ VE İYİMSER