Ahmedinecad'dan Ruhani 'ye İran Dış Politikasında Değişim: ‘İtidalli Dış Politika’

Ahmedinecad'dan Ruhani 'ye İran Dış Politikasında Değişim: ‘İtidalli Dış Politika’
Bayram Sinkaya·

İran Cumhurbaşkanı Huccetülislam Hasan Ruhani 7 Şubat’ta İran televizyonuna verdiği mülakatta Haziran 2013’te yapılan seçimler sonucunda açılan kapılar sayesinde İran’ın dış ilişkilerinde büyük bir gelişme” kaydedildiğini söyledi. Gerçekten de Ağustos 2013’te Ruhani'nin işbaşına gelmesi İran dış politikasına yeni bir hareketlilik kazandırdı. Bu hareketlilik hem dış politika söyleminde hem de İran'ın dış bağlantılarında göze çarpmaktadır. Oysa  siyasal sitemin yapısı ve Ruhani'nin siyasi kariyeri dikkate alındığında İran’da ‘değişime’ pek şans verilmiyordu. Nitekim İran dış politikasındaki hareketliliğe karşın topyekun bir değişimden bahsetmek imkansızdır. Bu nedenle İran dış politikasındaki hareketliliği anlayabilmek için Ahmedinecad'dan Ruhani'ye dış politikada kaydedilen değişiklikler ile süreklilik arz eden hususların incelenmesi gereklidir.

Süreklilik Unsurları

İran dış politikasında değişim tartışılırken önce değişmeyenlere, süreklilik arz eden hususlara bakmak faydalı olacaktır. Bir kere İran'da rejim değişmemiştir. Rejimin yapısı hem kurumsal anlamda hem de ideolojik anlamda cumhurbaşkanının hareket alanını belirlemektedir. İran’da yürütme erkinin başı olduğu halde cumhurbaşkanının görev ve yetkilerinin anayasal/siyasal olarak kısıtlı olduğu bilinmektedir. Diğer yandan 1979 devrimi ile temelleri atılan İslam Cumhuriyeti’nin ‘ideolojisi’ İranlı seçkinleri belirli bir doğrultuda hareket etmelerini gerektirmektedir. İkincisi, İran siyasetinde son yıllarda yoğun olarak görülen ‘güvenlikleştirme’ olgusu devam etmektedir. Bu durum hem önemli meselelerde güvenlik merkezli yaklaşımların öne çıkmasına, hem de güvenlik bürokrasisinin karar verme sürecinde etkili olmasına neden olmaktadır. Hatta Cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile güvenlik sektöründen geldiği görülmektedir.
Bir başka süreklilik unsuru ise Ruhani yönetiminin izlediği dış politikanın önceliklerinde görülmektedir. Bu öncelikler rejimin ideolojik temelleri, devletin çıkarları ile bölgesel/uluslararası gelişmelerin etkileşimi sonucunda belirlenmektedir. Bu bağlamda son yıllarda en öne çıkan husus İran’ın nükleer politikasıdır. Tıpkı selefi Ahmedinecad yönetimi gibi Ruhani yönetimi de İran’ın nükleer programını sürdürme konusunda kararlıdır. İran dış politikasındaki süreklilik unsurlarının yanı sıra Ruhani’nin, selefi gibi uluslararası platformlarda boy göstermeyi önemli bir dış politika aracı olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Ruhani ilk yurtdışı ziyaretini Eylül ayında ŞİÖ zirvesinin yapıldığı Bişkek’e yapmış, ardından BM Genel Kurulu’na katılmak üzere New York’a gitmiştir. Ruhani son olarak Ocak ayında Dünya Ekonomik Forumu’nun yapıldığı Davos’a gitmiştir.

Yeni Yaklaşım ve Üslup: İtidalli Dış Politika

Süreklilik unsurları bir yana, Ruhani ile birlikte İran dış politikasında kayda değer değişiklikler gözlemlenmektedir. İlk olarak, dış politikayı yürütmekle görevli seçkinlerde bir değişim görülmektedir. Ahmedinecad döneminde çoğu güvenlik kurumlarından gelen ve ideolojik nitelikleri ile ön planda olan yöneticilerin bir kısmı yerlerini dış dünyaya daha açık, pragmatist seçkinlere bırakmıştır. Bu seçkinlerin bir kısmı Rafsancani ve Hatemi dönemlerinde görev almış olduklarından hem alanlarında tanınan hem de deneyimli kişilerdir. İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, Ruhani dönemi seçkinlerinin tipik bir örneğidir.
Ruhani yönetimindeki en çarpıcı değişim dış politika yaklaşımında görülmektedir. Bu dönemde İran dış politikasına rengini veren söylemlerden birisi 'itidal'dir. Peki itidalli dış politika ne anlama gelmektedir? Ruhani, Asia Society ile CFR'ın birlikte düzenlediği bir konferansta itidalli dış politikanın ne anlama geldiğini açıklamıştır. Buna göre itidalin dört unsuru vardır. Birincisi, itidal gerçekçilikle İslam Cumhuriyeti’nin çıkarları arasında dengenin kurulmasıdır. Yani Ruhani İslam Cumhuriyeti’nin dış politika ilkelerini ve ‘tanımlanmış çıkarlarını’ takip edecektir, fakat bunu yaparken daha ‘gerçekçi’ olmaya çalışacaktır. Tabii bu çaba, İran’ın sahip olduğu imkan ve kabiliyetler ile bölgesel ve uluslararası gelişmelerin dikkatli bir şekilde değerlendirilmesini gerektirmektedir. İkincisi, dış ilişkilerde "aşırı yaklaşımların" terk edilmesidir. Ruhani yönetimine göre dış politika ‘sloganlar’ ile yapılmıyor; sloganların hakim olduğu aşırı yaklaşımlar İran’ın itibarının zedelenmesine, dolayısıyla dış politikasının zarar görmesine neden olmaktadır. Üçüncüsü, dış dünya ile ‘etkili ve yapıcı etkileşim’ kurmaktır. İran’ın dış politikada karşılaştığı sorunların önemli bir kısmının geçmişteki aşırı yaklaşımlar nedeniyle ortaya çıkan ‘güven krizinden’ kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu çerçevede dış politikada güven inşasına önem verilmektedir. Son olarak itidalli yaklaşım, Ruhani’ye göre dış politikada ekonomik kalkınmaya öncelik verilmesi anlamına gelmektedir. Ekonomi temelli bir yaklaşımın benimsenmesi, İran dış politikasının genelini dönüştürme kapasitesi itibariyle bu alanda atılan önemli bir adım olarak görülebilir.
İran dış politikasındaki bu değişim, selef ve halef iki liderin, Ahmedinecad ve Ruhani’nin uluslararası ilişkilere bakışlarındaki farkla izah edilebilir. Ahmedinecad dünyayı emperyalistler ve sömürülenler diye ikiye ayırıp ‘uluslararası adalet’ çağrısında bulunurken Ruhani, uluslararası ilişkilerde ‘karşılıklı bağımlılık’tan söz etmekte ve ‘kazan-kazan’ yaklaşımını öne çıkarmaktadır. Ahmedinecad yönetimi ‘ikiyüzlülük’le suçladığı ‘Batı’ ile ilişkileri neredeyse askıya alıp İran dış politikasının yönünü ‘Doğu’ya çevirirken, Ruhani ‘hem Batı hem Doğu’ demektedir. Ahmedinecad döneminde İran, ABD ve Siyonizm ile ‘mücadele’ çerçevesinde girdiği ittifak ilişkileri ve kimi hamleleri nedeniyle bölgede istikrarsızlaştırıcı bir unsur olarak görülürken Ruhani, ‘uluslararası ve bölgesel barış ve istikrarın korunması’ için katkıda bulunmayı vaat etmektedir. Selefinin ‘Siyonizmin ve emperyalizmin olmadığı bir dünya’ çağrısına karşılık Ruhani BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada "saldırganlığa ve aşırılığa karşı bir dünya" çağrısında bulunmuştur.
Seçkinlerin ve temel dış politika yaklaşımının değişmesine paralel olarak Ruhani yönetiminin kullandığı dış politika araçlarında da değişiklikler görülmektedir. Yukarıda değinildiği üzere Ruhani, selefi Ahmedinecad gibi uluslararası toplantılarda boy göstermektedir fakat uzun bir aradan sonra Davos’a giden ilk İran lideri olmuştur. Dünya liderlerine yazdığı bir dizi mektupla anılan Ahmedinecad'dan farklı olarak Ruhani'nin göreve geldikten sonra yaptığı telefon konuşmaları öne çıkmıştır. Özellikle Obama ile yaptığı konuşma hem İran içinde hem de dışında büyük yankı uyandırmıştır. Ruhani yönetiminin kullandığı yeni enstrümanlardan birisi de ‘facebook’ ve ‘twitter' gibi sosyal medya araçlarıdır. Ruhani ve bakanları hem gündelik konularda hem de bazı önemli gelişmelerle ilgili olarak görüşlerini sosyal medya üzerinden takipçileri ile paylaşmaktadır.

İran Dış Politikasında Değişenler ve Değişmeyenler

Ruhani'nin yeni yaklaşım ve söylemleri ile içeride ve dışarıda yarattığı beklentiler uluslararası alanda yankı bulmuştur. Özellikle Amerikan yönetimi ile Avrupa ülkelerinden gelen olumlu mesajlar psikolojik bir rahatlık sağlamış ve İran’ın önündeki seçenekleri artırmıştır. İran’a yönelik yaptırımların ağırlaştırılması veya askeri vuruş ihtimalleri tartışılırken Ruhani ile birlikte İran nükleer meselesine diplomatik çözüm ihtimali öne çıkmıştır. Ruhani'nin göreve gelmesiyle İran’da ve dışarıda oluşan iyimser hava D5+1 görüşmeleriyle test edilmiştir. Taraflar arasında Kasım ayında Cenevre'de varılan anlaşmanın İran ile ilgili olumlu havayı güçlendirmesiyle İran ile ABD arasındaki ilişkiler ‘yumuşama’ (detente) evresine girmiştir. Bu minvalde, Cenevre anlaşmasının geçici bir anlaşma olduğunu; İran-ABD ilişkilerindeki yumuşamanın iki ülke arasındaki sorunların tümünün çözüldüğü anlamına gelmediğini hatırlatmak isabetli olacaktır.
Cenevre anlaşması ile Batı ile ilişkilerinde kısmen rahatlayan Ruhani yönetimi yönünü Ortadoğu'ya döndü. Dışişleri Bakanı Zarif Aralık ayının başlarında dört Basra Körfezi ülkesi ile Ürdün'ü ziyaret etti. Umman Sultanı Kabus, Ruhani'nin göreve gelmesinden sonra Tahran’ı ziyaret eden ilk bölge lideri oldu. Başbakan Erdoğan'ın 28-29 Ocak'ta Tahran'a yaptığı ziyaret Türkiye-İran ilişkileri açısından önemli bir dönüm noktası oldu. Son olarak Irak Başbakan'ı Nuri Maliki  Şubat ayının başında Tahran'a resmi ziyarette bulundu. Bu ziyaret sırasında iki ülke arasındaki stratejik işbirliğinin süreceği mesajları yinelendi.
Ruhani'nin İran dış politikasına getirdiği hareketliliğin karşılık bulmadığı iki ülke oldu; İsrail ve  Suudi Arabistan. İran’da değişimi inandırıcı bulmayan bu iki ülke Cenevre anlaşması çerçevesinde İran ile ABD ilişkilerinin yumuşamasından da rahatsız oldu. Nitekim, Ruhani'nin ‘yeni’ dış politikasına rağmen bazı bölgesel sorunlar karşısında İran’ın tavrı değişmemiştir. Özellikle Suriye meselesinde Ruhani yönetimi önceki hükümetin pozisyonunu neredeyse aynen korumuştur. Suriye meselesi karşısında İran’ın tutumundaki devamlılık, Ruhani’nin İran dış politikasını dönüştürme konusundaki niyetinin ve kapasitesinin sorgulanmasına neden olmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki itidalli dış politika hem tanımı gereği, hem de İran siyasetindeki yapısal süreklilik unsurlarından dolayı hızlı değişimlere yol açmayacaktır.  




· Yrd.Doç.Dr. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü

ORTADOĞU ANALİZ,  cilt 6, sayı 61 (Mart-Nisan 2014), s31-33.

http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2014319_8bayramsinkaya.pdf


Popular posts from this blog

Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası ve Batı Etkisi

ORTADOĞU’DA BÖLGESEL BİR GÜÇ OLARAK İRAN

İRAN-P5+1 MÜZAKERELERİ: TEMKİNLİ VE İYİMSER