Cevad Zarif ve değişen İran dış politikası
Cevad Zarif ve değişen İran dış politikası
2 Temmuz’da, İran ile 5+1 grubu arasında Viyana’da nükleer mesele ile ilgili anlaşmaya varılmasından sonra İran basının bir kısmı, İran heyetinin başmüzakerecisi Dışişleri Bakanı Dr. Muhammed Cevad Zarif’i, İran’ın milli kahramanlarından Muhammed Musaddık’a benzetti. Musaddık, dönemin büyük güçlerine karşı mücadele ederek petrol endüstrisinin millileştirilmesini sağlamıştı. Şimdi de Zarif’in liderliğindeki müzakere heyeti, dönemin büyük güçlerine karşı İran’ın nükleer haklarının tanınmasını sağladı.
Nükleer anlaşmanın sağlanması Zarif’in İran içindeki popülaritesini artırdı, kimileri onu gelecek cumhurbaşkanı olarak görmeye başladı. Fakat iç politika ile pek alakadar olmayan Zarif, kendisini ‘siyasetçi’ değil’diplomat’ olarak tanımlıyor. Diğer yandan anlaşmanın İran dış politikasına muhtemel etkileri gözlerin bu tecrübeli diplomata dönmesine neden oldu.
Dışişleri Bakanı Zarif
Haziran 2013’te Cumhurbaşkanı seçilen Hasan Ruhani, kabinesini açıklayıp Dışişleri Bakanlığı’na Cevad Zarif’i getirince bu tercih Batılı çevrelerde takdirle karşılandı. Zira öğrencilik hayatı ve diplomatik kariyeri boyunca 20 yılı aşkın süre ABD’de yaşayan Zarif, burada diplomatik erkânın, basının ve düşünce kuruluşlarının bir kısmı ile iyi ilişkiler kurmuştu.
Dindar, tüccar bir ailenin dördüncü çocuğu olarak 1960’da Tahran’da dünyaya gelen Zarif, yüksek öğrenimine devam etmek için 1977’de San Francisco’ya gitti. Burada Mustafa Çamran’ın kurduğu Müslüman Öğrenci Derneği vasıtasıyla devrimci gruplarla tanıştı. Birçok devrimci öğrencinin aksine devrimden sonra İran’a dönmek yerine ABD’de öğrenimini sürdürdü. Yüksek lisans tezini yaptırımlar ve uluslararası ilişkiler, Denver Üniversitesindeki doktora tezini uluslararası hukuk ve politikada meşru müdafaa hakkında yazdı.
Zarif, 1982’de İran’ın New York’taki BM Daimi Temsilciliğinde büyükelçi danışmanı olarak diplomasi kariyerine başladı. 1992-2002 yılları arasında İran Dışişleri Bakanının hukuk ve uluslararası ilişkilerden sorumlu yardımcısı olarak çalışan Zarif, 2002-2007 yılları arasında New York’taki İran temsilciliğinde bu defa büyükelçi olarak bulundu.2001’de ABD’nin müdahalesi sonrası Afganistan’da düzenin yeniden tesisini ele alan Bonn Konferansı’nda İran’ı temsil etti. Zarif, 2003-2005 yılları arasında İran ile AB Üçlüsü arasında yürütülen müzakerelerde Hasan Ruhani başkanlığındaki İran heyetinin üyesiydi.
Zarif’in 20 yılı aşkın bir süre ABD’de yaşamış olması ve Batılı diplomatik çevrelerle iyi ilişkileri Tahran’daki neoradikallerin tepkisini çekti. Dönemin İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad, Zarif’i 2007’de ‘bakan müşaviri’ olarak Tahran’a çağırdı. Bu dönemde İran Dışişleri Bakanlığı bünyesindeki Uluslararası İlişkiler Fakültesinde ve çeşitli üniversitelerde diplomasi ve uluslararası örgütler dersleri verdi. Silahsızlanma, insan hakları, uluslararası hukuk ve bölgesel ihtilaflar konusunda çok sayıda makale kaleme aldı. Zarif’in hatıraları 2013’te, ‘Agha-ye Sefir’ (Sayın Büyükelçi) başlıklı bir kitapta yayınlandı. Hatıralarında anlattığına göre Zarif, Amerika’da geçirdiği uzun süreye rağmen Amerikan toplumundan ve kültüründen neredeyse hiç etkilenmemiş; hiçbir gayrimüslim Amerikalının evine ayak basmamış, baharatların İngilizcesini bile öğrenmemiş...
Zarif’in ABD’de geçirdiği süre bakan atanması sürecinde tekrar olumsuz bir faktör olarak gündeme geldiyse de bakan olmasını engellemedi. Diplomaside ‘yapıcı etkileşim’ ilkesini şiar edinen Zarif, Batı basını ile iyi ilişkilerini sürdürdü. Bakanlık görevine gelir gelmez İngilizce tweetler atarak ‘uluslararası topluma’ doğrudan mesaj vermeye başladı. İran dış politikasındaki ilk söylem değişikliği de Zarif’in twitter hesabı üzerinden Yahudi yılbaşı ‘Roş Aşana’yı kutlaması oldu. Foreign Affairsdergisinde’What Iran Really Wants’ (İran Gerçekten Ne İstiyor?)başlıklı bir makale kaleme alarak Ruhani dönemi İran dış politikasının ana hatlarını anlattı. Çeşitli Batılı gazete ve dergilere çok sayıda mülakat verdi veya yorumlar yazdı.
Zarif yönetimindeki Dışişleri Bakanlığı kısa süre içerisinde nükleer dosyayı devraldı. Hemen ardından Oman Sultanı Qabus’un aracılığıyla İran ve ABD arasında gizli görüşmeler başladı. Eylül ayında BM Genel Kurulu toplantıları sırasında ise taraflar arasında açıktan görüşmeler başladı. Yaklaşık 20 ay süren müzakerelerin ardından 2 Temmuz’da nükleer meselenin çözümü için bir anlaşmaya varıldı.
Yeni İran dış politikası
Zarif’e göre nükleer anlaşma, İran ile Batı, özellikle ABD arasındaki ilişkilerde hızlı ve köklü bir değişime yol açmayacaktır. Bir kere müzakerelerde münhasıran nükleer programla ilgili meseleler ele alınmış, ikili ilişkiler ve bölgesel meseleler tartışılmamıştır. İkincisi İran ve ABD’nin dünyaya bakışları bir hayli farklıdır ve bu farklılık iki devletin kimliğinin parçası olan bazı değerlerinden kaynaklanmaktadır. Fakat bu farklılıklar, tabiatıyla çatışmaya yol açmayabilir. Üçüncüsü, Zarif’e göre ABD dış politikasına hakim olan paradigmanın değişmesi gerekmektedir. Zira sürekli düşman icat eden bu paradigma çerçevesinde Amerikan yönetimi, İran’ı uluslararası güvenliğe tehditmiş gibi göstermekte ve İran’ı izole etmeye çalışmaktadır.
Bununla beraber nükleer meselenin barışçı bir şekilde çözülmesi, İran ile Batı arasındaki diğer sorunların çözümünde de diplomasinin başarı şansını artıracaktır. Zarif’in tabiriyle ‘nükleer diplomasi İran ile Batı arasındaki buzu kırmıştır.’Anlaşma gerek İran’ın Batı ile ilişkilerinde gerekse bölge ülkeleri ile ilişkilerinde daha fazla ticari, kültürel, siyasi vb. ilişkilerin ve etkileşimin önünü açacaktır. Nitekim Zarif değişik zamanlarda İran’ın tecrit olmak yerine bölgesiyle ve dünyanın geri kalanıyla daha fazla etkileşime girmek istediğini ifade etmiştir.
Zarif’e göre nükleer mesele tamamen suni ve ikinci derecede öncelikli bir gündem maddesidir. Bölgenin ve dünyanın esas gündemi terörizm,aşırıcı şiddet ve etnik-dini mezhepçilikle ile mücadele etmek olmalıdır. Halihazırda Irak ile Suriye’yi kasıp kavuran bu tehditler sınır tanımaksızın bütün bölgeyi etkisi altına almakta, bölgedeki tarihsel ve sosyal doku ile kültürel mirası yok etmektedir.Yeni dönemde İran, Batı ve bölge ülkeleri arasında işbirliği yapılması gereken öncelikli konulardan birisi budur.
Aşırıcı şiddet ile mücadele için kapsamlı bir stratejiye ihtiyaç olduğunu savunan Zarif bu doğrultuda bir dizi öneri ortaya atmıştır. Ona göre böyle bir mücadele bütün bölge ülkelerini ve uluslararası aktörleri içermeli, çifte standarttan uzak, uluslararası hukukun normlarına ve ilkelerine uygun olmalıdır. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı Ruhani’nin BM Genel Kurulu’nda önerdiği ‘aşırıcı şiddetin olmadığı bir dünya’ çağrısını hatırlatmakta ve her yaştan ve gruptan İranlının bu şiddetle mücadele konusunda kararlı olduğunu belirtmektedir.
İran’ın bölge ülkeleri ile ilişkilerinde de önemli bir sorun olarak görülen nükleer program, Zarif’e göre bölgedeki güvensizlik ve ihtilafın bir nedeni değil semptomudur. İran ile 5+1 grubu arasında yapılan nükleer anlaşma İran’ın programını barışçı olduğunu göstermiş, dolayısıyla bölge ülkeleri ile ilişkilerdeki bu semptomun ortadan kaldırılmasını sağlamıştır. İran bu sayede diğer bölge ülkeleri ile ortak bir platformda bölgedeki gerilimin nedenlerini ve bölgesel meseleleri ele alabileceklerini düşünmektedir.Zarif, bu doğrultuda Basra Körfezi’nde diyalog için ortak bir forum kurulmasını önermektedir. Bölgesel meselelerin ortak bir zeminde ele alınması durumunda Yemen’in iyi bir başlangıç olacağını belirtmektedir. Böyle bir diyalog egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı, içişlerine müdahale etmeme,anlaşmazlıkların barışçı çözümü, güç kullanma tehdidine izin verilmemesi vb. ilkeler çerçevesinde yürütülmelidir. Bölgesel diyalog, hükümetlerin yanı sıra özel sektörü ve sivil toplumu da kapsamalıdır.
İran ve Ortadoğu
Nükleer anlaşma ile ‘yapıcı etkileşim’ ilkesine inancı artan Zarif, şimdi aynı yöntem ile bölgesel meselelerin çözümüne öncülük etme arayışındadır. Bu arayış, bölgede barış ve istikrarın sağlanmasına hizmet ettiği kadar İran’ın bölgenin geleceğinde aktif bir oynamasını mümkün kılacaktır. Fakat, Suudi Arabistan başta olmak üzere İran’ın yükselen gücünden rahatsız olan bazı bölge ülkeleri, İran’ın böyle bir rol oynamasına izin vermeyecektir. Nitekim halihazırda bölgeyi etkisi altına alan kutuplaşma ve İran’ın bölgede birçok çatışmanın aktif bir tarafı olması, Zarif’in ‘yapıcı’ söylemlerinin inandırıcılığını azaltmaktadır. Dolayısıyla Zarif’in nükleer meselede elde ettiği diplomatik başarıyı bölgesel meselelerde tekrar etmesi bir hayli zordur.
Bir kere Zarif’in de ifade ettiği gibi nükleer mesele, İran’ın bölge ülkeleri ile ilişkilerinde öncelikli bir mesele değildir. Dolayısıyla nükleer meselenin çözülmüş olması yada İran’ın Batı ile ilişkilerinin gelişmesi, İran’ın bölge ülkeleri ile ilişkilerinde doğrudan bir değişikliğe yol açmayacaktır. Halihazırda bir geçiş sürecinde olsa da Ortadoğu’nunjeopolitik yapısında bölge ülkelerinin siyasetlerinde çarpıcı değişikliklere sebep olacak düzeyde bir değişiklik yoktur. İran aşırıcılık konusunu, bölgenin yeniden düzenlenmesine vesile olacak bir gelişme/kırılma noktası olarak görmektedir. Fakat bölgesel kutuplaşmanın son derece şiddetli olduğu böyle bir dönemde bölge ülkelerinin çoğunun bu konuda İran’a güvendikleri ve onunla işbirliğine hazır oldukları söylenemez. O halde bölgedeki değişikliğe yol açması beklenen şey İran’ın yeni dış politikasıdır. Bu durumda İran, dış politikasındaki değişikliği sadece söylemleriyle değil eylemleriyle de göstermek zorundadır. Diğer yandan bölgesel meselelerin ortak çözümü için bütün taraflar arasında eşzamanlı olarak ortak irade oluşması gerektiğinden İran politikasını değiştirmesi yeterli olmayacak, İran dışındaki aktörlerin tutum ve davranışları belirleyici olacaktır.
Star, Açık Görüş, 8 Ağustos 2015
http://www.star.com.tr/acikgorus/cevad-zarif-ve-degisen-iran-dis-politikasi-haber-1048872/
Comments
Post a Comment